ŞANLIURFA
Seyahatlerimi yazmaya başladıktan çok kısa bir süre sonra Şanlıurfa'ya gitmiş olsam da bu gezide tıpkı daha öncekiler gibi, gittiğim şehri ve hayatı bir öncekinden daha farklı algılamama ve yorumlamama vesile oldu.
Arkeolojik olarak çanak çömlek öncesi neolitik çağa ait olan Göbeklitepe'deki tapınakların en büyük özelliği, tapınak düzeninin 12 sayısı üzerine kurulan "t" biçimindeki sütunlardan oluşması. Alandaki toplam 20 tapınakdan şu an sadece 6'sı ortaya çıkarılabilmiş. Göbeklitepe'de karşılaştığımız bir rehberin söylediği, sütünlar üzerinde ki insan kabartmalarında görülen (fotoğrafta detaylı gösteremesem de) ve aynı zamanda kişinin namazda kıyam halindeyken oluşturduğu "t" formu arasındaki benzerlik, burada yapılan kazıların ne denli önemli olduğunu bir kez daha hatırlattı
Göbeklitepe'den sonraki durağımız, 150-200 yıl önce inşa edilen, kerpiçten yapıldığı için kışın sıcak yazın serin kalabilen kubbe biçimli evlerin olduğu Harran'dı. Bu evlerde hala yaşayan insanlar olsa da bölge tamamen koruma altında ve tek bir çivi dahi çakılması yasakmış.
Hz. Ömer zamanında feth edilen ve Emeviler döneminde de başkentlik yapan Harran'da, bilinen ilk üniversite ve Türkiye topraklarında İslam mimarisiyle yapılan en eski cami olan Harran Ulu Cami (Emeviler dönemi) bulunmakta.
Harran'dan sonraki istikametimiz önce Eyüp Peygamber'in makamı sonrasında da Balıklı göl ve çevresi idi ki Şanlıurfa' ile ilgili daha önceki yazımı buradan okuyabilirsiniz.
Bu kadar gezince doğal olarak acıkmış ve soluğu urfa ciğercilerinde
almak farz olmuştu (ki aslında gezinin ana konusu da diyebiliriz);
yediğimiz muhteşem ciğer ve ardından Gümrük Han'da içtiğimiz kahveler
yeniden enerji toplamak için birebirdi.
Akşam ki son duragımız ise Şanlıurfa'ya gidince mutlaka yapılmalı (orada verilen çiğ köfte için aynı şey söyleyemeyeceğim ama) diyebileceğim sıra gecesine katılmaktı, ki dinlediğim türküler döndükten sonra bile 2-3 gün kafamın içinde çalmaya devam etti..
Şanlıurfa'nın yöresel şıllık tatlısı; içi cevizli ve şerbetli krep gibi birşey aslında, ama benim tercihim künefeden yana..
2. günümüzde Şanlıurfa'ya veda edip Halfeti üzerinden Gaziantep'e gitmek üzere yollara düştük. Birecik baraj gölü nedeniyle sular altında kalan eski Halfeti'de özellikle tekne turu yaparsanız geçireceğiniz 1-2 saat sonunda oldukça keyif alacağınızı garanti edebilirim.
Halfeti'nin ergenleri :))
Halfeti'den Gaziantep'e giderken içinden geçtiğimiz Birecik ilçesi, nesli tükenen kelaynak kuşlarına da ev sahipliği yapıyor.
GAZİANTEP
Gaziantep'e vardıktan sonra ilk durağımız Zeugma Müzesi idi; sonrasında Bayaz Han'a gitsek de müze kapandığı için malesef gezemedik.
Seyahatimizin son günü için hedefimiz kahvaltıyı katmerle yapmaktı ve "burada katmeri nerede yiyelim" diye sorduğumuzda bize verilen adres Katmerci Zekeriya Usta idi. Burada güzel olan hem Zekeriya usta'da ki hemde diğer yemek yediğimiz yerlerdeki ustaların "bu yemek size fazla gelir yarım yapalım" demesiydi..
Bakırcılar Çarşısı, Almacı pazarını gezip, kebabımızı yiyip ardından Tahmis Kahvesi'nde mola verdikten sonra artık dönüş yoluna geçme zamanı gelmişti.
Bu seyahatten bana kalanlara gelince, Şanlıurfa'da çok güzel yürekli insanlar tanıdım ve sanırım en önemli kazanımım bu oldu.
Ayrıca bir kez daha farkettim ki, yaşadığı yere ne kadar uzak olursa olsun, insan köklerinin geldiği topraklarda kendini daha farklı hissediyormuş; şu an iç sesimin babamla yer değiştirdiğini düşünüyor olsam da, döndükten sonra beynimin içinde çalmaya devam eden türküler acı gerçeğin habercisi galiba :)
Özetle; Şanlıurfa'da Göbeklitepe, Harran, Balıklıgöl ve Halepli Bahçeyi gezmeden, kebap yemeden, Gümrük han'da mola vermeden ve sıra gecesine gitmeden ; Gaziantep'te katmerle kahvaltı yapmadan, çarşılarını gezmeden dönmeyin derim ben..