22 Nisan 2016 Cuma

TRABZON


Trabzon'a ilk kez, 90'lı yıllarda, ben daha ortaokul öğrencisi iken, dayımlarla birlikte istanbuldan yola çıkıp Karadeniz sahil sehirlerini gezip  Sarp Sınır Kapısı'na kadar kendi araçlarımızla yaptığımız seyahatte gitmiştim.. Aradan geçen onca zamandan sonra bu kez kuzenler olarak yeniden trabzon yollarındaydık.  
Cumartesi sabah uçağıyla başlayan yolculuğumuzda ilk durak bu lezzetli pideleri yediğimiz  "rüştü'nün fırını" idi.

Çay ve pideyle yaptığımız kahvaltının ardından ilk istikametimiz Trabzon Ayosafya Cami/Müzesi oldu.İstanbul'un Latinler tarafından işgalinden kaçan ve 1204 yılında Trabzon İmparatorluğunu kuran  Kommenos ailesinden I. Manuel tarafından yaptırılan ve manastır kilisesi olan Ayasofya, 1461'de Fatih Sultan Mehmed'in Trabzon'u fethinden sonra da kilise olarak faliyetine devam etmiş ve 1584'de camiye çevrilmiş. 

 Trabzon Kalesi 
 
Ayasofya'dan sonra ki durağımız ise Atatürk Köşkü oldu. Şehrin yükseklerinde, çam ormanının içinde bulunan köşk, 1890'da özel mülk olarak yaptırılmış ve Trabzon'a geldiği 3 kez bu köşkde kaldığı ve burayı çok beğendiği için, 1930'da il özel idaresi tarafından  tapusu Atatürk'e verilmiş  1943'den sonra'da bina müzeye çevrilerek Atatürk Köşkü ismiyle anılmaya başlamış.  
 
 Trabzon'da gezilecek yerler diye araştırdığımda karşıma çıkan ilk yerlerden biri de bölgenin en eski manastırı olan Vazelon Manastırı idi. Yol üzerinde ki tabelaları takip etmemize rağmen manastıra ulaşamamış olsak da güzel bir orman havası almış olduk... 
 İlk günün son durağı Zigana Geçidi; neredeyse  yaz havasını yaşadığımız Trabzon'dan  Zigana'daki karlı ve soğuk havaya gelince  kısmî bir donma etkisi yaşasakda , manzara ve sonrasında yemek için gittiğimiz tesislerde yediklerimiz (özellikle kuymak ve buraya çok yakın olan Hamsiköy Sütlacı)yaşadığımızı şoku kısa sürede atlatmamızı sağladı :))

Başka şehirlerde gezerken konaklamak için tercih ettiğim yöntem genelde  öğretmen evleri yada otel iken, ilk kez Trabzon'da daire kiralama yoluna gittik. Bu sayede hem maddi olarak daha ucuza konaklamış hem de daha keyifli vakit geçirmiş olduk..
 
 İkinci gün sabak kahvaltımızı Rize yolu üzerinde bir butik otelde yaptıktan sonra Uzungöl'e doğru yola çıktık. Bundan önceki gelişimizde yolların darlığı ve oluşan heyelan yüzünden gidememiş, hatta yolu kapatan ekiplerin heyelan oldugunu anlatmak için  kullandıkları "yol koptu" cümlesi bu tarihten sonra bizim ailenin kelime haznesine dahil olmuştu. Bugün ise muhteşem dağ orman ve nehir manzarası eşliğinde Uzungöl'e gittik ki bence bu görüntü Uzungöl'le eşdeğerdi.
 Uzungöl'ü bisikletle de gezmek mümkün, ancak bilen/bilmeyen herkesin bisiklet kullanması ve araç yolu ile bisiklet yolunun aynı olması kaza riskini artırıyor; dikkat etmek gerek..
 bol oksijeni  ve çivi gibi havasıyla Uzungöl..   
 Trabzonda'ki son durağımız 375-395 yılları arasında Bizans İmparatorluğu döneminde yapılan ve işlevini 1923 yılına kadar devam ettiren Sümela Manastırı oldu. Restorasyon'da oldugu için ancak dışardan görebildiğimiz ve oldukça dik olan yapının 1600 sene evvel nasıl yapılabildiğine şaşırmamak elde değil....

 Sümela'nın zirve noktasındaki amcalar :))
 Kuzenler olarak gerçekleştirdiğimiz 2 günlük keyifli Trabzon seyahatimizi Sümela'nın yollarına tepeden bakışla bitirmiş olsak da uçuşa geçmeden önce yemek için gittiğimiz yer eskiden cephanelik şimdi ise şık bir restaurant olan Cephanelik idi.
  Bu seyahatten bana kalan muhteşem karadeniz doğası, Sümela manastırı, lezzetli pide ile  kuymak ve en önemlisi birlikte seyahat etmekten bu kadar keyif alacağımı asla tahmin edemeyeceğim gezmecegiller :))
Yeni seyahatlerde yol almak dileğiyle...