26 Kasım 2015 Perşembe

HATAY (ANTAKYA)


Hatay, annemin arkadaşlarıyla Kasım gezilerinin bu sene ki durağıydı. Suriye'deki savaş ortamı sürerken Hatay'a gideceğimi söylediğim arkadaşlarım "sen delimisin" deselerde, aslında orada da hayatın normal akışında devam ettiğini görmek adına güzel bir deneyim oldu. 
Mesela benim en çok dikkatimi çeken şeylerden biri ; Hatay'da yolda yürürken arapça konuşan, giyimiyle Suriye'li olduğu belli olan insan sayısının daha önceki Hatay seyahatime göre oldukça fazla olmasına  (zaten Hatay halkının çok büyük kısmı arap kökenli ) rağmen İstanbul'da sıkça gördüğümüz gibi,  kartlara "Suriyelim" yazarak yada bir şekilde Suriye'den geldiğini belirterek dilenen 1 kişi bile görmemiş olmaktı.. 
Yol tabelalarında Halep Lazkiye yön işaretlerini görünce, 2-3 sene öncesine kadar gitmek için sadece pasaportun yeterli olduğu,  elini uzatabileceğin mesafedeki  şehirlerin şimdi ki halini düşünmek de seyahat sırasında gördüğüm en üzücü durumdu...

Neyse bu kadar dram yeter diyerek gelelim güzel şeylerden bahsetmeye ;  Hatay'daki ikametgahımıza yani antakya öğretmen evine(Havaş servisleriyle onunde inebiliyorsunuz) varınca valizlerimizi odalara attıktan sonra ilk işimiz karnımızı doyurmak amacıyla "Sultan Sofrası" na gitmek oldu. Hatay gibi yemek zenginliği oldukça fazla olan bir şehre gidince önce ne yiyeceğinize karar vermek oldukça zor oluyor tabi ama ilk şaşkınlığı atlatınca normale dönüyorsunuz :) Oruk (nam'ı diğer içli köfte) humus ve semirsek böreği yemek isterseniz ilk adresiniz Sultan sofrası olmalı bence.. 

 2.günü Hatay'ın çevresindeki yerleri görmek üzere planlamış ve bunun için ayarladığımız bir araçla (defne yolu adı verilen güzergahı takip ederek) önce Batı Ayaz ve Vakıflı (tek ermeni köyü) köylerinin içinden geçerek   Samandağ sahilinde bulunan ve bir rivayete göre Hz. musa ile Hz. Hızır'ın buluştukları ve bu noktaya geldiklerinde Hz.Musa'nın asasını toprağa saplaması uzerine çıkan su ve ardından da asanın yeseren bi fidana dönüştüğü bu yer halk arasında ab-ı hayat suyu olarak adlandırılan çınar ağacının olduğu yer. Çevrede akan suyun etrafına konuşlandırılmış çay bahçeleri ve oturma yerleri olsa da mevsim itibariyle hepsi kapalıydı.. 

Araçla yaklaşık 10 dakikalık bir mesafe sonrası ulaştıgımız yer ise Seleukeia Pieria antik kentiydi. Burası sınırları Manisa(Sardes)'dan başlayıp Semerkand'a kadar uzanan Seleukus Krallığına başkent olarak MÖ.300'lerde kurulmuş ve doğal liman özelliğinden dolayı da deniz ticaretinde önemli rol oynamış. Tapınak, liman, titus tüneli, şehir surları,beşikli mağara antik kentten günümüze ulaşan başlıca yapılar.

Beşikli Mağara; halk arasında beşiğe benzediği için "beşikli mağara", gezginler arasında da "kral mezarları" olarak adlandırılan yapının I. yy. ile VI. yy. arasında kullanıldığı tahmin edilmektedir.  Genel olarak bakıldığında bakımsız bir tarihi eser olarak görünen alana umarım en kısa zamanda gereken özen gösterilir.
Sahildeki bu deniz kızı heykeli bu alanın liman olarak kullanıldığının bir göstergesi..


Hatay'ın güzelliklerinden; defne ağacı


Hz. Musa ile Hızır Aleyhisselam'ın buluştuguna inanılan yer...
Samandağ bölgesinden sonraki durağımız şelaleri ve ipek ürünleri ile meşhur olan Harbiye...

 
saatin 4'e geldiğini ve (yol boyunca yediğimiz mandalinaları saymasak) gün boyu birşey yemediğimizi bize hatırlatan düşen enerjimiz ve midelerimizden gelen seslerdi :) Bize şoförlük yapan arkadaşın önerisiyle yolumuzun üstünde bir kasapta yediğimiz, kıymanın maydanoz ve baharatla karıştırılıp neredeyse macun kıvamına getirilerek pişirilen kağıt kebabı oldukça lezzetliydi...
 Hatay merkezini gezmeye ayırdığımız 3. günümüzde ilk durağımız eski Hatay sokakları ve 3. dinin önemli merkezlerinden biri olan Habib-i Neccar camiydi.

Hz.İsa'nın havarilerine (Yunus ve Yahya) inanan ilk kişi olan Habib-i Neccar'ın adını taşıyan cami

 
Daracık eski Hatay sokakları ve kapıları...
Bugün Tıbbi ve Aromatik Bitkiler Müzesi olarak kullanılan eski Hatay Konakları'ndan...

Gün içinde dolaşıp kahve molası verdiğimizde gideceğimiz yer kafamda az çok belliydi aslında, Çınaraltı'nda ki Künefeci Yusuf Usta; 
üzerinde boş yer kalmayana kadar peynirle doldurulan kadayıf....




ve muhteşem hatay künefesi :))
 
 Lübnan'da doğarak Hatay'dan Akdeniz'e dökülen Asi nehri; bir Kurbağalı dere kadar olmasa da malesef kirli ve sorunlu olduğu aşikâr. Oradayken okuduğum yerel gazetelerden birinde kirliliğin sebebi olarak defne tesislerindeki atıkların buraya dökülmesi gösteriliyordu ki  umarım bir an önce önlemler alınır.
Hatay'daki son günümüzün ilk yarısında şehre yaklaşık 60 km uzakta olmasına rağmen size başka bir şehre gitmiş hissi yaşatan İskenderun'a gittik . Tam bir sahil ve emekli şehri izlenimi veren İskenderun'un havası muhteşemdi..

İskenderun dönüşünde, son durağımız Hatay'da alışverişin kalbi diyebileceğimiz  Uzun çarşı oldu. Alısverişin ardından, yemek yemek için gittiğimiz yer bu sefer de Pöç Kasabı idi. Eger girişte duydugunuz yoğun et kokusu (netice de orası bir kasap) sizi rahatsız etmeyecekse bence gidip lezzetli tepsi kebabının tadına bakmakta fayda var...

Hatay'dan bana kalanlar ne derseniz; Samandağı ve İskenderun'un tertemiz havası, gözün alabildiğine çok maydonuz ve yeşil soğan tarlaları, daracık sokaklardan oluşan eski Hatay, Mozaik Müzesi ve yemeğe dair herşey (humus, tepsi kebabı, mandalina, hurma diye uzar gider bu liste)...





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder